25 Haziran 2009 Perşembe

Üç Aylar ve Mümin Hayatı

Mübarek EROL • SEMERKAND DERGİSİ 81. Sayı / BAŞYAZI
Ebediyyet yolunda başarı, imanın hayatın bütününe hakim olmasıyla mümkündür. Rabbimiz bu hususu Asr Suresi'nde iç içe dört merhalede toplamıştır: İman, salih amel, hakkı tavsiye, sabrı tavsiye. Bu dört unsur bir arada mümine istikamet üzere bir hayat sunar. Amel-i salih islâmî bir hayatın ispatı ve neticesidir. Birçok meselede yanılan insanımız maalesef salih amel hususunda da yanılmaktadır. Öyle ki birçok hayırlı işi bilmemekte veya reddetmektedir. Bazı hususlarda sadece bazı şeyleri yapmanın bütün meseleyi halledeceği vehmine kapılıp hata etmektedir. Sadece Cuma namazına devam etmek, namaza hassas olmayıp sadece Ramazan orucunu tutmak gibi. Bu yaklaşım zamanla ibadet anlayışımızı deği ş tirmekte , böylece ibadetlerin huşu ve huzuru da kalmamaktadır. Hayatın bir ibadet olmaktan çıkması, ibadetlerimizin hayatımıza hakim olmaması imanımıza da menfi istikamette tesir etmektedir. İman ve ibadetin hayatımızdan çekilmesi ise gerçek bir perişanlık ve iflastır. Bunun için mücella dinimiz İslâm'ı bütünüyle yaşamaya talip olmak şarttır. İslâm'a inanan ve onda hayat bulanlar, hayatı bir ibadet olarak anlamak ve yaşamak mecburiyetindedirler. Farz, vacib , sünnet ve müstehap , ne olursa olsun, kalbî ve lisanî, bedenî ve malî ibadetler, zaman ve mekâna bağlı olsun veya olmasın, mutlaka azami derecede yerine getirilmelidir. . . . İdrakiyle müşerref bulunduğumuz mübarek Üç Aylar, nurlu gün ve geceler, peygamberlerin ve müminlerin o günlerde yaşamış olduğu pek çok zahirî ve manevi vakıalar sebebiyle ayrı bir mana ve bereket taşır. Bu gün ve geceler insanların kurtuluşuna ayrı ayrı vesiledirler. Üç Aylar, kamerî aylardan Recep, Şaban ve Ramazan aylarıdır. Bu mukaddes ayların manevi değerine Fahr -i Alem s.a.v. şu hadis-i şerifleriyle işaret buyurmu ş lardır : “Recep Allah'ın ayı, Şaban benim ayım, Ramazan da ümmetimin ayıdır.” Ve: “ Allahım Recep ve Şaban'ı bize mübarek kıl ve bizi Ramazan'a kavuştur.” Bu aylar mübarek geceleri de içinde barındırır. Recep ayında Regaib ve Miraç kandili; Şaban ayında Beraat gecesi; Ramazan ayında ise Kadir gecesi bulunur. Recep ayı gerek İslâm'dan önce ve gerekse İslâm'dan sonra mukaddes olarak tanınan bir aydır. İslâm dini gelmeden önce bu aya girer girmez Arap kabileleri arasında harbetmek , baskın ve çapulculuk yasaklanır, herkes bu ayda kendisini emniyet ve selamette hissederdi. İslâm güneşinin doğmasından sonra da ilâhi hikmet ve takdir gereğince bu ay Regaib ve Miraç gibi ilâhi tecellilerle şereflendirildi. Bütün İslâm alemi Ramazan'a bu ayda hazırlanmaya başladı. Recep ayının ilk Cuma gecesine Mevlâ'nın kullarına rahmet ve mağfiretinin, lütuf ve ikramının, sevap ve mükafatının bol bol verildiği gece manasına gelen Regaib gecesi adı verilmiştir. Bu ay içinde bulunan diğer bir mübarek gece de, 27'nci gecesidir. Miraç Kandili olarak bilinen bu gecede Fahr -i Alem s.a.v. Mekke'deki Mescid -i Haram'dan Kudüs'deki Mescid -i Aksa'ya ve oradan göklerin derinliklerine, huzur-u ilâhiye yükseltildi. Miraç gecesi, Rabbimiz'in Fahr -i Cihan s.a.v.'e büyük hakikatlerin sırlarını gösterdiği, vasıtaları kaldırarak ilâhi vahye muhatap kıldığı, kendi ayetlerini ve kainatın sırlarını seyrettirdiği, müminlere namazın farz kılındığı ilâhi lütuflarla dolu bir gecedir. Üç Ayların ikincisi olan Şaban ayı ve onun İçindeki Beraat gecesi de içinde türlü hikmetin ve lütufun bulunduğu bir gecedir. Bu gece hakkında Fahr -i Kainat s.a.v. şöyle buyurmu ştur: “Şaban'ın ortasında gece ibadet edin, gündüz oruç tutun. Allah o gece güneşin batmasıyla dünya semasında tecelli eder ve fecir doğana kadar, ‘yok mu benden af isteyen onu affedeyim; yok mu benden rızık isteyen ona rızık vereyim; yok mu bir musibete uğrayan ona afiyet vereyim...' der.” ( İbn -i Mace ) Bazı alimlerin kıblegâhın Kudüs'teki Mescid -i Aksa'dan Mekke'deki Kâbe istikametine çevrilmesinin, Hicret'in ikinci yılında Beraat gecesinde vuku bulduğunu buyurmaları da bu geceye ayrı bir önem kazandırır. Fahr -i Alem s.a.v.'in Şaban ayına ve özellikle bu ayın 15'inci gecesine ayrı bir önem vererek onu ihya ettiğine dair rivayetleri göz önüne alan alimler, bu geceyi ibadetle geçirmenin tarif edilemeyecek derecede mükafatının olduğunu bildirmişlerdir. Mübarek Üç Ayların sonuncusu olan Ramazan ayı ve içinde bulunan Kadir gecesinin ise çok ayrı bir yeri vardır. Ramazan ayı faziletlerle dolu bir aydır. Sanki yeni bir hayatın başlangıcı, hayatın kazanacağı yeni boyutların kapısıdır. Üç Aylar bütünüyle Rabbimiz'in bizlere ikram ettiği faziletli ve feyizli bir zaman dilimidir. Yapılan dileklerin Alemlerin Rabbi'ne ulaştığı, dökülen pişmanlık gözyaşlarının günahları silip yok ettiği bir kandiller geçididir. Melekî olduğu kadar şeytanî özelliklere de sahip, günah işlemeye müsait insanoğlunun günahlarından temizlenmesi için kaçırılmaz bir fırsattır. Üç Aylar, günahlardan arınma, sevaplarla bezenme mevsimidir. Ramazan'dan önce oruçla buluşanlar, Cuma namazına koşanlar, namaza ba ş layanlar , ibadetlerini ziyadeleştirenler, tevbe İle Mevlâ'ya daha çok yaklaşanlar gibi manevi kazanç elde edenlerin çokça görüldüğü anlardır. İnsanoğlu, farklı bir gelişme olmadığı sürece belli alışkanlıklarıyla hayatını sürdürür. Yeni bir durumla karşılaşınca kendine çekidüzen verir. İşte Üç Aylar ve bu aylar içinde bulunan mübarek geceler müslümanların hayatındaki mutad gün ve geceler arasında özel ve pek kıymetli zamanlardır. Bu zamanlar, geçmişin muhasebesini yaparak geleceğe azim ve enerji dolu bir şevkle atılmak için çok güzel bir imkandır . Unutulmamalıdır ki kişi bu dünyada nasıl yaşamışsa, kıyamet gününde Allah'ın huzuruna bununla varacaktır. Götürdükleri iyi ise sevinip mesrur olacak, kötü ise pişmanlık duyarak mahcup olacaktır. Ancak bu pişmanlığın orada faydası da olmayacaktır. Bu mübarek aylar ve geceler, yaptığımız halde unuttuğumuz günahlarımızın affına sebep olabilir. Böylece alnımız ve kalbimizdeki kara lekelerin silinmesiyle imanımız güçlenir. Bunun için bolca tevbe -istiğfar etmek, oruç tutmak, varsa kaza namazı ve nafile namaz kılmak, Kur'an -ı Kerim okumak, zikir yapmak, zekâtın dışında bolca sadaka vermek, hasta, eş-dost, akraba ziyaretlerinde bulunmak, sohbet meclislerine iştirak etmek, dargınları barıştırmak, üzerimizde bulunan kul haklarını hemen iade ederek helallik almak, haram, mekruh ve şüpheli şeyleri terketmek , mâlâyani şeyleri terketmek için elden gelen bütün gayreti gösterme zamanıdır. Bu aylar beşer fıtratının gereği meydana gelen suç ve günahlardan temizlenme, kurtulma aylarıdır. Evliyaullahtan bazıları bu aylar hakkında çok mühim ifadelerde bulunmuşlardır: “Recep ayı tevbe , Şaban ayı muhabbet, Ramazan da Allah'a yakınlık ayıdır.” “Recep tohum ekme; Şaban sulama; Ramazan da hasat zamanıdır.” Bir mümin için, manevi bir doktorun elinde ve emrinde nefsini islah edip, kalbini tedavi ve ihya edeceği en müsait ayları, günleri, geceleri yaşamaktayız. Tufanı bütün dehşetiyle görüp de Nuh Aleyhisselam'ın gemisine binmek veya binmemek neyi ifade etmiş ise, bugün içinde bulunduğumuz tufanlarından kurtulmamız için bu gün ve geceleri ilâhi bir fırsat bilerek kurtuluşa koşmak da aynı manayı ifade etmektedir. Rabbimiz'in tevfik ve inayeti ile...

4 Haziran 2009 Perşembe

ODUN TAŞIYAN ASLAN

Rivayet edilir ki, sefere çıkan bir topluluk Ebu’l-Hasan Harakanî hazretlerine gelerek yolda karşılaşacakları tehlikelerden korunmak için kendilerine bir dua öğretmesini istemişlerdi. Ebu’l-Hasan onlara:– Yolda bir bela ile karşılaşırsanız beni hatırlayıp yardım isteyin, demiş.Fakat bu söz yolcuların hoşuna gitmemişti. Böyle yardım mı istenirmiş, diye düşündüler. Yola düşüp giderken soyguncular yollarını kesip saldırdılar. Birisi Harakanî hazretlerinin adını anarak himmet ve yardım istedi. O şahıs eşkiyanın gözünden kaçıp kurtulduğu halde diğerleri soyulmuştu. Olup bitenlere şaşıran yolcular şeyhin yanına döndükleri zaman kendi dualarının etkisi görülmezken, onun adıyla himmet isteyenin nasıl korunduğunu sordular. Harakanî hazretleri dedi ki:– Siz Allah’tan samimi olarak değil, adet yerine gelsin diye yardım istemişsiniz. Ebu’l-Hasan ise Allah’tan gerçekten yardım istedi. Siz Ebu’l-Hasan’ı hatırlarsanız o da sizin için Allah’a dua eder ve işiniz görülür. Adet yerine gelsin diye Allah’ı anarsanız beklenen fayda olmaz.Bir gece Ebu’l-Hasan Harakanî hazretleri “Bu gece falan yerde çatışma var, şu kadarını da yaraladılar.” demiş. Bir süre sonra haberin aynen doğru olduğu anlaşılmıştı. Gariptir ki aynı gece şeyh hazretlerinin oğlunu öldürüp başını kapının önüne atmışlar, bundan onun haberi olmamıştı. Şeyhin münkiri olan karısı:– Şu adama ne demeli! O kadar uzakta olanları haber veriyor da kapısının önünde oğlunun öldürüldüğünden haberi olmuyor, deyince Harakanî hazretleri dedi ki:– Evet öyledir. Fakat biz uzakta olanları gördüğümüz zaman aradaki perde kaldırılmıştı. Oğlumuzun ölümünde ise araya perde çekilmişti.Ebu’l-Hasan Harakanî’nin şöhretini duyan İbn Sina (ö.428/1037), onu ziyaret için Harakan’a gider Evini bulunca, karşısına çıkan karısına şeyhin ziyaretine geldiğini söyler. Kadın ise şeyhi inkar eden hırçın ve kıymet bilmez biridir. Der ki:– O adam sahtekârın tekidir. Sen boşuna yorulmuşsun, onu görmene gerek yok!Şeyhin oduna gittiğini öğrenen İbn Sina ormanın yolunu tutar. Bir de ne görsün, şeyh hazretleri odunları bir arslana yüklemiş geliyor. Gördüğüne şaşıran ziyaretçisinin eve uğrayıp geldiğini anlayan Harakanî hazretleri der ki:– Biz o evdekinin sabır yükünü çekmeseydik, arslan da bizim yükümüzü çekmezdi.Feridüddin Attar (terc. Süleyman Uludağ), Tezkiretü’l-Evliya (İst. 1985), s.696-704; Mevlâna (hazırlayan Amil Çelebioğlu), Mesnevî-i Şerif (İst. 2000), 6/395-415.
Yusuf YAVUZ
SEMERKAND 125. Sayı
BİNBİR DAMLA

EDEP ÖĞRENEN PADİŞAH

Edep Öğrenen PadişahGazneli Sultan Mahmut (ö.421/1030) Ebu’l-Hasan Harakanî hazretlerini ziyarete gelmişti. Sohbet sırasında Sultan Mahmut, Bayezid-i Bistamî hakkında bir menkıbenin anlatılmasını isteyince Harakanî hazretleri şöyle dedi:– Bayezid demiştir ki: Her kim beni görürse -umulur ki- bedbahtlığa düşmekten kurtulur. Sultan buna itiraz ederek:– Nasıl olur, onun rütbesi peygamberlerden daha mı üstün? Ebu Cehil, Ebu Leheb ve daha nice münkirler Rasulullah Aleyhisselam’ı gördükleri halde cehennemlik oldular, deyince şeyh hazretleri onu şöyle ikaz etti:– Edebe dikkat et! (Hemen itiraz etme). Zira Rasul-i Ekrem’i ashabından başkaları hakikat gözüyle görmemiştir (herhangi bir insan diye baktılar). Bunun delili de şu ayet-i kerime’dir: “Onları, sana bakar görürsün, halbuki onlar (seni olduğun gibi) görmezler.” (Araf, 198)Bu açıklama Gazneli Mahmut’un hoşuna gitti ve öğüt istedi. Harakanî hazretleri şöyle dedi:– Şu dört şeye dikkat et: Günahlardan sakın, namazı cemaatle kıl, cömert ol, Allah’ın yarattıklarına şefkat göster.Sultan Mahmut kendisi için özel dua edilmesini istedi. Şeyh de kendisine:– Ey Mahmut, akıbetin mahmud (övgüye layık) olsun, dedi.Sonra Sultan Mahmut şeyhin önüne bir kese altın koydu. Şeyh de onun önüne arpa unundan yapılmış bir ekmek koyuverdi. “Buyur” deyince sultan ekmeği ağzında gevelemeye başladı. Fakat ne olduysa boğazından geçmiyordu. Harakanî hazretleri, “Galiba ekmek boğazına durmuş.” dedikten sonra ekledi:– İster misin ki bu altın kese de bizim boğazımıza dursun? Kaldırıverin şunu, dedi.Sultan Mahmut alması için ısrar ettiyse de kabul ettiremedi. Sonunda kendisine bir hatıra verilmesini istedi. Şeyh hazretleri de yadigâr olarak gömleğini ona ikram etti. Sultan Mahmut oradan ayrılırken Şeyh Harakanî ayağa kalktı. (Halbuki ilk gelişinde kalkmamıştı). Sultan dedi ki:– İlk geldiğimde iltifat etmemiştin, şimdi ise ayağa kalkıyorsun. Buna sebep ne?– Önce padişahlık gururuyla ve imtihan için gelmiştin. Şimdi ise tevazu ve dervişlik haliyle gidiyorsun. İlkin hükümdar olduğun için kalkmadım, şimdi derviş olduğun için kalkıyorum.Sultan Mahmut gazaya çıkmak için oradan ayrıldı. Girdiği savaşta önce endişeye kapıldı. Sonra hatıra gömleği eline alıp zafer için dua etti ve savaştan muzaffer çıktı. Tezkiretü’l-Evliya, s.702-703; es-Samanî, el-Ensâb (Beyrut 1988), 2/347.
Yusuf YAVUZ
SEMERKAND 125. Sayı
BİNBİR DAMLA

14 Mayıs 2009 Perşembe

“Gel, gel, gel! Ne olursan ol yine gel!
Suyun susuzu kandırması gibi, doğru söz de kalbe temizlik verir.
Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguyu paylaşanlar anlaşır…
İyi dostu olanın aynaya ihtiyacı yoktur” MEVLANA
***
ALLAH’I ZİKRETMENİN KARŞILIĞI (Mesnevi’nin Üçüncü Cildinden)
Adamın biri her zaman “Allah Allah” diye zikreder bu zikirden dolayı ağzı bal yemiş gibi tatlanırdı.
Bir gün şeytan gelip:
“Ne durmadan Allah Allah deyip duruyorsun bunca zamandır Allah demene karşılık bir kerecik olsun Allah(c.c.) “lebbeyk kulum,” dedi mi sana. Hiç sende utanma sıkılma yok mu? daha ne kadar Allah deyip duracaksın?” dedi.
Bunun üzerine adam utandı sıkıldı zikri bıraktı. Gönlü kırılmış bir hâlde yattı uyudu.
Rüyasında Hz. Hızır’ı gördü. Hızır ona:
“Neden yaptığın güzel işi terk ettin “Allah Allah” diye zikretmeyi bıraktın,” dedi.
Adam:
“Yaptığım onca zikre karşılık verilmedi. “lebbeyk-buyur-“ sesi gelmedi. Kapıdan kovulmaktan korktum,” dedi.
Bunu üzerine Hz. Hızır:
“Senin Allah demen, Allah’ın (c.c.) lebbeyk kulum-buyur kulum demesidir, Allah (c.c) isminin zikrini herkese nasip eder mi, bunu sana nasip etmesi az şey mi?” dedi.
***
GÜNAHSIZ AĞIZLA DUA ETMEK (Mesnevinin Üçüncü Cildinden)
Cenab-ı Rabbül Alemin Hz. Musa’ya:
“Ya Musa bana günahsız bir ağızla dua et!” diye buyurdu.
Musa (a.s.):
“Yarabbi bende öyle bir ağız yok ki, sana nasıl günahsız bir ağızla dua edeyim,” dedi.
Bunu üzerine Allah’ü Teala:
“Başkalarının ağzıyla dua et çünkü sen başkalarının ağzıyla günah işlemiş olmazsın, öyle hareket et ki diğer insanlar gece gündüz sana dua etsinler. Veya kendi ağzını temizle, Allah’ın (c.c) adı temizdir onu zikrederken ağız temizlenir,” buyurdu.
***
NASUH TÖVBESİ (Mesnevi’nin Beşinci Cildinden)
Yıllar önce Nasuh adında bir adam vardı. Nasuh hamamlarda tellaklık eder böylece kadınları kolaylıkla avlayarak baştan çıkarırdı. Yüzü kadın yüzü gibi tüysüzdü. Erkekliğini bu yüzden rahatlıkla gizlerdi. Nasuh yıllarca tellaklık etti, kimse onun erkek olduğunun farkına varmadı. Çünkü yüzü kadın yüzü gibi, sesi kadın sesi gibiydi. Çarşaf giyer peçe takardı, fakat şehveti azgın bir gençti. Bu yüzden padişahın kızlarını bile hamamda keseler ovar, yıkardı.
Aradan zaman geçince Nasuh pişman oldu, tövbe etti fakat tövbesini tutamadı. Bu defalarca böyle oldu. Bir gün Allah dostuna giderek:
“Bana dua et” diye ricada bulundu.
O Allah’ın (c.c.) veli kulu ona dua etti.
Nasuh bir gün yine hamamda tası doldururken padişahın kızının küpesindeki incilerden biri kayboldu. Bütün kadınlar onu aramaya koyuldular.
Herkesin eşyasını aramak için önce hamamın kapısını kapadılar. Sonra başladılar aramaya. Fakat inci bir türlü bulunamadı. Bunun üzerine herkesin ağzını ve her yerini aramaya başladır.
“İhtiyar, genç, herkes anadan doğma soyunsun,” diye bağırdılar. Nasuh korkusundan bir kenara çekildi, yüzü korkudan sararmış dudakları titriyordu. Ölüm korkusu her yanı sarmıştı. Kendi kendine:
“Yarabbi, dedi. Birçok defalar tövbe ettim fakat tövbemi bir türlü tutamadım. Eğer beni bu beladan, rezil rüsva olmaktan kurtarırsan bütün yaptıklarımdan tövbe ettim,” dedi.
Hamamdakiler herkesi aradıktan sonra:
“Ey Nasuh herkesi aradık, şimdi sıra sende gel seni de arayalım, dediler. Nasuh için kurtuluş yoktu tam onu arayacaklardı ki ansızın:
“İnci bulundu,”diye bir ses geldi. Nasuh’u aramaktan vazgeçtiler, böylece Nasuh rezil olmaktan, ölümden kurtulmuştu. İnci bulunduğu için herkes bayram ediyor seviniyordu. Bu sevinç dalgası geçtikten sonra Nasuh’u çağırdılar:
“Ey güzel tellak gel, padişahın kızı seni çağırıyor gel onu kesele, yıka,” dediler.
Nasuh bunu reddederek hamamdan çıkıp gitti. Bir daha da tövbesini bozmadı.
***
DÜŞMANIN TAVSİYESİ (Mesnevi’nin Dördüncü Cildinden)
Adamın biri, birisiyle meşrevette bulunuyor, tereddütten kurtularak bir karar vermek istiyordu. Danıştığı adam ona dedi ki:
“İyi güzel de eğer isabetli bir karara vermek istiyorsan benden başkasını bul da ona danış, daha iyi olur. Çünkü ben senin düşmanınım. Boşuna bana ümit bağlama zira düşmanın söyleyeceğine güven olmaz. Kendine dost birini bul çünkü dost dostun hayrını ve iyiliğini diler.
Kurttan bekçilik beklemek doğru olmaz. Bir şeyi bulunmayacak yerde aramak, aramamak demektir. Kim gerçek dostlarıyla düşüp kalkarsa külhanda bile olsa gül bahçesindedir. Fakat geçek dost olmayanlarla düşüp kalkan gül bahçesinde de olsa külhanda sayılır.
“Birine düşmanlıkta bulunduysan aradan yıllar da geçse ondan sakın, seni seven bir dostla danışarak soracağını sor,” dedi.
Bunun üzerine danışan adam:
“Ey iyi ve akıllı kişi biliyorum ki sen benim eski düşmanımsın, fakat akıllı ve tedbirli bir kişisin. Aklın benim zarar görmeme rıza göstermez,” dedi.
Kaynak: Mesnevi'de Geçen Bütün Hikayeler

8 Mayıs 2009 Cuma



İstiklal Marşı
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.

Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal...
Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal!

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
'Medeniyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?

Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va'dettigi günler hakk'ın...
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

Bastığın yerleri 'toprak!' diyerek geçme, tanı:
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şuheda fışkıracak toprağı sıksan, şuheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.

Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.

O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım,
Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arsa değer belki başım.

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal!
Mehmet Akif Ersoy